12 Kas Kurum Kültürü – Ali Alper Çeltek
Konumuz; kurum kültürü.
Kültürün alt bileşenleri; kurallar (normlar), dil ve roller. Biri diğerinden daha önemli ya da öncelikli değil. Kültürü oluşturmak için biri diğerinin ön koşulu, gerek ya da yeter koşulu da değil. Elbette her bir alt bileşenin kültüre etkisi ve katkısı farklı noktalarda. Bununla birlikte hepsi bir arada olduğunda bütünsel anlamda kültürden söz edebiliriz.
Kurum kültürü de bir sosyal kültürdür. Alt bileşenleri aynıdır. Hele organizasyonel sistemlerin geçirgenliğinin ve diğer sosyal alt sistemlerle etkileşiminin üst düzeyde olduğu bu çağda, Kurum kültürünü genel ortamdan soyutlamayalım. Kaf dağının ardında, uzaklarda aramayalım. Evde, apartmanda, sokakta, mahallede, trafikte yaşanan tüm durumların organizasyonlar içinde de geçerli olduğunu kabul edelim. Sadece yerel dinamiklerin değil global etkileşimlerin de farkında olalım ve bu durumu da kabul edelim. Madem anlaştık o halde alt bileşenlere göz atmaya başlayabiliriz. Öncelik sırasıyla değil, gelişine :
Dil: Anlaşabilmek için ihtiyaç duyduğumuz şeydir dil. Nesneler, kavramlar, duygular aynı da olsa işin içine zaman ve mekan boyutu girdiğinde aynı şeyi kastettiğimizi belirten işarettir dil. Asgari müştereklerde buluşmamızın nişanı, işareti, kanıtıdır dil. Dolayısıyla kurum içerisinde ortak bir dil geliştirmeden bir sosyal sözleşme oluşturma imkanı yoktur.
Görev, rol ve sorumluluklar: Kim, hangi işten, ne zaman, ne şekilde, nereye kadar sorumludur? Bir işten sorumlu olmak ne demektir? Bir işten sorumlu olduğu saptanan birinden kurum içerisindeki beklentiler nelerdir? Bu sorular artırılabilir, artırılmalıdır da zaten. Doğru soruların sayısı arttıkça doğru ve etkin cevaplar da oluşacaktır. Yeni çağda sistem dinamikleri zaten yeterince karmaşa yaratmakta bizim için. Görev, rol ve sorumlulukları net bir şekilde tanımlamadan ilave karmaşa yaratmaya hiç gerek yok. Elbette inisiyatif kullanma, karar alanında bağımsızlık, eylemde esneklik, kişiye tanınan yaratıcılık alanı, vb prensipler gözetilecek, dikkate alınacak. Ama yine de olması gereken “çerçeve” tanımların yapılması. Bu olmadan kurum kültürü yolunda ilerlememiz aksayacaktır.
Normlar ve Kurallar: Doğa boşluğu sevmez. Her boşluk mutlaka bir şekilde doldurulur. Sosyal ortamlar da böyledir. Kural tanımazlık olarak adlandırılabilecek anarşizmin bile aslında “kuralları” referans aldığını lütfen atlamayalım. Kural deyince akla genelde yazılı metinler gelir. Bu şart değil. Tıpkı ortak dilde olduğu gibi, aynı ya da benzer durumlarda kurum çalışanlarının genelinin aynı algı ve benzer tavrı oluşturabilmesi o kurumda ortak norm ve kural olduğu anlamına gelir. Ek olarak bir noktayı da atlamayalım: Durumlar karşısında esnek davranmak, pragmatik tavır sergilemek, vb de bir kurumun normu olabilir. Önemli ve yeterli olan neyin ne olduğunu herkesin aynı şekilde bilmesi ve anlamasıdır.
Süreklilik: Sürekliliğin kurum içerisinde ete kemiğe bürünmüş hali kurum içi hikayelerdir. Kurumumuzda nesilden nesile aktarılacak hikayeler oluşmasına izin verelim. Bu hikayeleri yaşatanlara, canlı tutanlara değer verelim. Hikayelerin oluşum ve aktarımı için sistematik dinamikler oluşturalım. Bir kurumda geçmişten bugüne aktarılan hikayelerin sayısı ne kadar çok ise süreklilik o oranda sağlanmış demektir.
Gelişim ve değişimin sürdürülebilirliği: Gelişim ve değişimin duraksayacağı 2 algı noktası vardır : 1) “artık olduk”, 2) “şimdi bittik”. Kurumlarımızdaki tüm bireyleri ”olduk” ve “bittik” duygu durumundan ve algısından uzak tuttuğumuz müddetçe gelişim ve değişim sürdürülebilecektir.
Genel kabul görme: Organizasyonun doğası ve bütünü ile uyumlu olmayan hiçbir gelişim ve değişim kalıcı olamaz. Bu ölçülebilir bir şey değildir. Ancak kesinlikle sezilebilir bir şeydir; hissedilir. Vizyon, misyon, hedef, strateji, vb büyük büyük her şey şayet organizasyonda genel kabul görmüyor, karşılık bulmuyorsa büyüklüğü ile aynı oranda küçülür, anlamsızlaşır. O nedenle, kurum kültürü oluşturma yolunda her daim algılarımızı ve sezgilerimizi açık tutalım; bağlantıyı kopartmayalım.
Zamanın ruhunu yakalayabilmek: Kuşaklar arası iletişimin ve aktarımın sağlıklı bir şekilde sağlanması bir zorunluluktur. Tam bir olgunluk ve saygı içerisinde farklı kuşak mensuplarının birbirlerini dinlemeleri ile zamanın ruhunu yakalayabiliriz. Bunun yolu da yüksek öz-farkındalık ve sağlam bir empatiden geçer.
Demem o ki;
Kurum içerisinde bir tarafta insanların işleri-güçleri, diğer tarafta karşılıklı ilişkileri, beri tarafta kurumun diğer paydaşlarla ilişkileri var; öte tarafta da bir kurum kültürü var; değil. Bunların hepsi iç içe geçmiş şeyler. Kabul etsek de etmesek de farkında olsak da olmasak da bunların bütünü zaten kendiliğinden kurumumuzun kültürünü oluşturuyor. Aslında bir sosyal sözleşme olan kurum kültürümüzün bizim arzu ettiğimiz şekilde oluşması, gelişmesi, evrilmesi ise bizim elimizde. Yeter ki niyet edelim, ortaya bir irade koyalım sonra bu yolda çalışalım ve sürece yeterli zamanı tanıyalım.